Pakistan: İstençsiz Demokrasi?
Şiddetin Kültürü
 

Halk Kendini Yönetebilir Mi?
Demokrasi kentli, uygar toplumun, Yurttaş Toplumunun Devletidir. Yeryüzünün binlerce yıldır tarih uykusuna yatmış engin, ve engin oldukları kadar da eğitimsiz köylülük alanlarının en sonunda uyanmaya başlamaları ve politik istenç ve Yurttaş kimliği kazanma sürecine girmeleri bütün bir kültüre bir tür Doğa Durumu havası getirir. Ve bu sürecin küresel ölçekte yer alması ölçüsünde, modernleşmeye arkadan katılan aynı gecikmiş kültür alanları bütün bir dünya kültürüne ve kültürel varoluşun her boyutuna doğal yaşama özünlü şiddet öğesini bulaştırır.

_
Şiddet bir doğa durumu artığıdır. Dünya coğrafyasının ister Doğusunda isterse Batısında olsun, henüz terbiye edilmemiş, henüz duyunç kazanmamış, henüz moral bir varlık olmamış doğal-hayvansal insana ait bir kategoridir. Başkasının istencini tanımama, kendi istencini de bilmeme, ama yalnızca itki ve dürtüsünü dışavurmadır. Bir Eylem bile değildir, çünkü amaçsızdır, İstenç ile ilgisizdir. Ataerkil, geleneksel, boşinanç kültürünün baskıdan kurtulmaya başlamış ama henüz istençsiz ve düşüncesiz insanının davranışıdır. Bu yarı-doğal kültür onu bastırılmış ve böylece yalnızca görünürde uysal tutan despotizminden sıyrılırken, politik sürece bir zamanlar Avrupa kentlerinde moda olmuş barikat çarpışmalarını çok çok aşan yeğin, anlamsız, amaçsız şiddet biçimleri katar. Eğer şiddet Devlet kaynaklı görünüyorsa (ister Doğuda ister Batıda olsun), bu özsel olarak Devleti, ussal yasayı tanımayan öğelere aittir. Eğer Devletin kendisi doğrudan şiddet üzerine dayanıyorsa, o düzeye dek bir Devlet karakterinden yoksundur. Yasa İstencin kendisinin anlatımı olduğu düzeye dek somut, törel Özgürlüğün kendisidir.
 

Genel İstenç Herkesin İstenci Değildir

_
Demokrasi Halkın istencidir. Demokrasi Halkın İstencini varsayar. Ve Halk "Herkes"tir. Özsel önemi eğitimsizliğinde yatan Halkın tininde herşey bulunur — erdem gibi erdemsizlik de, sonsuz sevecenlik gibi sonsuz acımasızlık da, ve şiddet, yokedicilik, barbarlık da. Halk özsel olarak usdışı geleneğin, boşinancın, bilgisizliğin kölesidir; Halk Toplum değildir, Yurttaş Toplumu ise hiç değildir. Bu usdışı İstenç nedeniyle, bu Özenç nedeniyle, Halk Devlet değildir. İnsan Usu Devleti "Herkesin İstenci" olarak görmeyi kabul edemez. Devlet "Genel İstenç" dediğimiz şeydir — ussal, evrensel İstenç. Devletin bir nicelik değil, nitelik sorunu olduğu düzeye dek, Demokrasi hiçbir zaman çoğunluk istenci ile aynı şey değildir. Halkın kılavuzu alışkanlıkları, ve sık sık duyguları, dürtüleri, itkileridir. Bu nedenle Düşünce, Us ona verilmelidir, onun Doğrusu ve onun İyisi ona her zaman başkası tarafından, peygamberler, mollalar, önderler vb. tarafından gösterilmelidir. Halk erginliğini kazanmamış, henüz kendi Duyuncu ve İstenci gelişmemiş bir çocuk gibidir.

Demokrasi Halkın Her İstediğini Yapması Demek değildir

_
Ve gene de Demokrasi — Halkın Erki — bu usdışı kitlenin Usu, İstenci, Duyuncu tanıması için, kendisi olabilmesi, kendi ayakları üzerinde yürümeyi öğrenebilmesi için biricik özsel olanaktır. Yönetim İstençtir, ve kendini yönetebilmek için halk ilkin İstenç kazanmalı, özgür olmalıdır. Demokrasi bu bilincin kazanılmasının zorunlu olduğu düzeye dek yalnızca bir süreçtir — halkın ussallaşma, uygarlaşma süreci, kendi gizil usunu ilk kez edimsel açınımında tanıma deneyimi. Bu ona yadsındığında hiçbir zaman büyüyemez. Ve bu tanındığında, ilkin onu düzgün olarak kullanamayacak denli hamdır. Halk bir kültürün politik özü olan Anayasanın ruhu içinde kalma koşuluyla kendini yönetmeyi öğrenmeye başlayabilir. Ve o Anayasa o ulusun ussal Tininin ürünüdür, çoğunluğun özencinin üzerindedir.

 

 
 

Herkesin İstencinden Ussal İstence

 
 
   

Güzel bir kadını öldürdüler.
Güzellikle birlikte bir halkın uygarlaşma çabasını, kendi insanlığını arayışını da öldürdüler. Ama bir Tini bireylerde yoketmek olanaksızdır.
Ait olduğu insanlığın güzelleşmesini, yani ahlaklı olmasını, yani düşünen öz-bilincini kazanmasını isteyen ve bunu başarmada etkili olacak bir insanı yok ettiler. Yeryüzünün en tehlikeli ülkelerinden birinde, insanların henüz bilgisizlik, kötülük ve çirkinlik olarak yaşadıkları bir kültürde, dişilikten korkan, güzellikte terör algılayan henüz değersiz bir varoluşta, bir boşinanç ve gelenek cehenneminde politika yapmayı tutku edinmiş, barbarlıktan uygarlık üretmeyi isteyen yürekli bir kadını yok ettiler.

 

_Benazir Bhutto, 1953-2007

 
  Dusk in Major Qila Village, Peshawer-Pakistan  
 
_
Onu öldürdüler, ve başka herşeyden önce bir kadın olduğu için öldürdüler. Onu öldüren yalnızca bir kişi değildi. Yalnızca Pakistan da değildi. Onu köklerine sarılmaya, değişimi reddetmeye çabalayan bütün bir gelenek kültürü, kendi yokoluşuna direnen bir boşinanç kültürü öldürdü. Çoktandır bir insanlık posasına bozulmuş olan Doğu kültürünü kendisinden kurtarmayı istediği için yok edildi. Bir hiçlik kültürü tarafından, tanıyacak değeri kalmamış bir nihilizm tarafından, varoluşları bir Nefret kütürüne pıhtılaşmış olanlar tarafından yok edildi. Eğer seçimi kazansaydı, yalnızca bulunuşu ile, varlığı ile Doğunun sonu gelmez görünen despotizmini silmeyi sürdüreceği için yok edildi. Çirkin bir boşinanç kültürü için yalnızca güzel çehresi ile gözdağıydı. Benazir Bhutto bütün bir Dünya-Tarihinin saltık dönüm noktasında, evrensel insanlığın ilk kez Evrensel İstence uyanmaya başladğı dönemde yitti. Ölümünün, bu son eyleminin kendisi Dünyanın Doğusunun ve Batısının Özgürleşme sürecinde küresel bir gösteridir.
 
 
 

 

 
 
 

Revalpindi’deki son politik eylem
Demokrasi Sözün, Logosun, Usun Erkidir, zorun ve şiddetin değil. Yalnızca Söze güvenen bireyi değil, ama Ussal İstencin düzlemine yükselmiş, bundan böyle Yurttaş Toplumu olmuş bir halkı da varsayar. Hak Güçtür. Bu kavramsal olarak doğru bir bağıntıdır. Buna göre halk Hakkının bilincinden yoksun kaldıkça Güçlü de olamaz.

27 Aralık 2007. Dört ya da sekiz bin kişinin katıldığı toplantı saat 17:00'de sona erdi; suikast 17:06'da yer aldı; öldüğü 18:06'da bildirildi. "Revalpindi Hapishanesindeki son görüşmemizde [babası Zülfikâr Ali Bhutto] bana ülkem için her özveride bulunmam gerektiğini söyledi. Bu görev uğruna yaşayacağım ya da öleceğim."

 
 
 

Karaçi'ye giden konvoyun bombalanması.
Benazir Bhutto'yu taşıyan zırhlı aracın önündeki taşıt 134 kişinin ölümüne ve 400 üzerinde kişinin yaralanmasına yol açan bombalardan birinin hedefi oldu. Acı çeken bu ülkede ölüm politikanın normal bileşenlerinden biridir. Şiddet beden üzerinde yokedicidir, İstenci değil. Bireyi yokeder, Tini değil. Bu düzeye dek Şiddet üzerine, Zor üzerine kurulu politikalar politika değil, ama çıplak nefret anlatımlarıdırlar. Boyun eğdirebilirler, ama dünyayı değiştiremezler, çünkü dünya dediğimiz şey Dünya-Tinidir.

 
 
 

Benazir Bhutto 1980'lerde ve 90'larda kendi yönetimi altında güçlenen İslamist militan grupların kurbanı oldu.

İçinde varolduğu kültürün genel karakterinden pay almaktan ve pragmatik politika batağına düşmekten kaçınması olanaksızdı. Pakistan haberalma örgütü ilk kez Benazir Bhutto'nun yönetimi sırasında Taliban'ı Afganistan'a yerleştirdi. Kaşmir'e yüzlerce İslamik militanların gönderilmesi de ilk kez onun yönetimi sırasında yer aldı. Bir süre sonra Taliban Afganistan'a yabanıl bir yaşam tarzı dayatmaya yönelirken, Kaşmir İslamik fanatiklerin oyun alanı oldu.

Benazir Bhutto demokrasinin görünürde bile işlemediği her baskıcı kültürde olduğu gibi kendisi partisi içinde zorunlu bir diktatördü, kendini yaşam boyu başkan seçtirmişti, ve tüm kararları denetliyordu. İki kez başbakan seçildi, ve iki kez yolsuzluk suçlamaları ortasında görevden alındı. Tablonun kirli yanını algılayacak moral ölçünlerden yoksun halkı onu bir önder olarak görmeyi sürdürdü. Pakistan gibi kültürlerde politikanın etkisizliğinin, güçsüzlüğünün, giderek hiçliğinin nedeni bu politikanın kaçınılmaz olarak ortadan kaldırmaya çabaladığı kirliliğin kendisi üzerine temellendirilmesine bağlıdır. Doğu kültürünün sözde onu kurtaracak politikacılar üretmesi olanaksızdır. Orada Erdem yalnızca yabancılanır, ve yokedilir. Orada politika kültürel süredurumun, statükonun kendini sergileme yolundan başka birşey değildir. Bu kültür kendini herşeyden önce kendinden kurtarmak, değişmek, geleneksel dokusunu bütününde üzerinden atmak, ölçünleri özgür bireyler tarafından belirlenen bir törelliğe yönelmek zorundadır.

 
 
 
 

Yurttaş Kavramı
Yurttaş özgür istenci ve duyuncu yoluyla politik bilince ve sorumluluğa yetenekli olan bireydir. Yurttaş kavramı modern dönemin doğuşuyla birlikte hemen tam içeriği ile edimselleşmedi. Aşamalı olarak gelişti, ve İsviçre gibi Reformasyona önemli katkılarda bulunabilmiş olan bir ülkede bile kadınlar seçme ve seçilme haklarını 1970'lerde kazandılar. Modern Yurttaş Toplumu yalnızca bir uyruklar toplumu değildir. Orada her bir birey özgür bir İstenç olarak kendi için sonsuz Erektir. Yurttaş kendinde Yasa Tinidir ve bu düzeye dek Devlet ve Yurttaş bir ve aynı ussal İstenci anlatırlar.

 
 

Kendini Yönetmek kendi İstencini Yasa yapmak, kendini Devlet yapmaktır.

14 Temmuz 1789, Fransız Devriminin simgesel başlangıcı _

Bunu ancak Yurttaş Toplumu, yani özgür, kendi duyunç ve istençleri ile öz-bilinçli bireylerin Toplumu başarabilir. Dünya Tarihinin başlıca dönüm noktası olan ve onu modern ve ön-modern evreler olarak ikiye bölen Burjuva Devrimleri gerçekte Yurttaş Toplumunun oluş süreçleridir. Devrim ayaktakımının ayaklanması, boş Bastillelerin basılması, 40.000 suçsuzun giyotine gönderilmesi gibi şiddet gösterileri değil, ama insanın kendi İstencinin ve Özgürlüğünün bilincini kazanması, böylece kendi Törelliğine egemen olmasıdır. Yurttaş Toplumunun ussal İstenci ile Türe İdeali arasındaki biricik ayrım ya da adım Zamandır.

Demokrasi gazeteci mantığına göre "denenecek" birşeydir: Ekonomist şöyle yazar: Başka hiçbirşey işe yaramadı: Pakistan için demokrasiyi denemenin zamanı geldi.
Oysa bir halk ancak ussal istencini kazandığı zaman, ancak Yasasını kendi yapma yetkinliğini gösterebildiği zaman kendini yönetebilir. Bu ise herşeyden önce gelenek kültürünün üzerine kentililik törelliğine yükselmiş olması anlamına gelir. Bireysel, fiziksel kişilerin buyruğunun değil, ama evrensel Kavramın, yalnızca bilinçlerde varolan Yasanın egemenliğinin kavranması anlamına gelir. Topluluk bir gelenek kültürüdür. Onda İstenç sorgulanmayan alışkanlıklara, boşinanca köledir. Demokrasi ise ancak tüm bu geleneksel varoluşu olumsuzlayan Yurttaş Toplumu ortaya çıktığı zaman, yalnızca ve yalnızca kendi ussal istencini Yasa olarak tanımayı kabul eden bilinç doğduğu zaman zorunlu ve olanaklıdır. Pakistan, bütün bir Asya gibi, bu yabancı Özgürlük ilkesini ancak kendi kendisine, kendi ölü tarihsel-kültürel dokusuna karşı dönerek, kendini baştan sona olumsuzlayarak kazanabilir.

 
 
Pakistan'da gündelik yaşam. Lahor'da bir kahvehane. Pakistan'da nükleer bomba ve eğitimsizlik yanyanadır. Ve bu paradoksun açıklaması insan gelişiminin burada ulaşabildiği en yüksek düzeyi gösteren bu tabloda yatar. Pislik, bakımsızlık, tembellik, kayıtsızlık bu güdük törelliğin başlıca belirlenimleridir. Ancak minimal bir düzen görüntüsü yaratabilen diktatörü ile, bu kültürün Dünya Tarihinde anlamı, değeri ve bir yeri yoktur. Değişiminin güdüsünü bile dışarıdan, Harward'dan ve Oxford'dan almak zorundadır.
Anlamsızın, saçmanın, usdışının kendisi. Bitkisel yaşam ve tinsel yaşam arasında bir dinginlik, uyuşukluk, değişimsizlik noktası. Köklerinden kopamayan, Tarih olamayan bir kültürel çöplük.

Her geri kültür — Doğu kültürleri gibi Batı kültürleri de — ileri teknolojiyi ileri törellikten, bombayı demokrasiden daha kolay ve daha önce üretir, çünkü Doğanın bilgisini elde etmek Tinin bilgisini elde etmekten daha kolaydır. Nükleer bombayı onun için gereken misilleri de hazırlayan Nazi Almanyasında Heisenberg geliştirdi, ve ABD'nin patlattığı ilk bomba yine bir Alman olan Oppenheimer'ın kendisi tarafından yapıldı. SSCB üretici güçleri geliştiremese de, yokedici güçleri aynı dış kaynağa dayanarak geliştirmede çarpıcı bir başarıya ulaştı ve Yokedici Süper Güç olmada ABD'yi geride bıraktı. Genel olarak Batı da, tıpkı bugün Doğunun yapmaya çabaladığı gibi, bombayı demokrasiden, insan haklarından çok daha önce kazandı. Bir Yararcılık etiği olan Aydınlanma etiği için insan ilerlemesinin birincil ölçütü moral ilerleme değil ama pozitif bilimlerde ilerlemeydi, insan moral olarak kötü olsa da, özdeksel bolluk onun kötülükten kurtulmasının güvencesi olacaktı. Bu etik insanı ussal bir varlık olarak değil, ama koşullandırılacak bir hayvan olarak alıyordu. Bu Aydınlanma mantığı henüz Batıda olduğu gibi Doğuda da işlemektedir, çünkü görgüldür, sıradan bilincin mantığıdır.

Pakistan is the land for the lovers of adventure and culture, and its appeal is universal.
 

 

 
  Bir Kültürün Doğuşu  
 
   

İnsan özsel olarak ussal, moral ve estetik varlık ise, bütün bir insanlığın bilgisizlik, erdemsizlik ve çirkinlik kültürünü, bu nihilizmi arkada bırakması, varoluşunu özsel olarak olduğu şeye dek geliştirmesi yalnızca bir olanak değil, ama onun gerçek belirlenimi, biricik özgür yazgısıdır.

 
 
Marquis de Condorcet (1743-1794)
  ‘‘İnsan türünün gelecek durumuna ilişkin umutlarımız üç noktaya indirgenebilir: Değişik uluslar arasındaki eşitsizliklerin yokedilmesi; bir ve aynı ulusta eşitliğin ilerlemesi; ve son olarak, insanın gerçek gelişimi.’’

"Her ulus bir gün örneğin Fransızlar ve Anglo-Amerikanlar gibi en aydınlanmış, en özgür, önyargılardan en bağışık olan halklar tarafından erişilen uygarlık durumunu ulaşmayacak mıdır? Krallara boyun eğen ülkelerin köleliği, Afrika kabilelerinin barbarlığı, ve yabanılların bilgisizliği dereceli olarak yitmeyecek midir? Yerküre üzerinde tek bir toprak parçası var mıdır ki orada yaşayanlar doğa tarafından hiçbir zaman özgürlüğü yaşamamaya, hiçbir zaman uslarını kullanmamaya mahkum edilmiş olsunlar?"

Marquis de Condorcet felsefeci ve matematikçiydi. 1791'de Yasama Meclisine Paris temsilcisi olarak girdi ve sonra Meclis başkanı seçildi. Toplumun ussal olarak yeniden kurulmasını istiyordu. Kadınlar için seçme hakkı da içinde olmak üzere tam yurttaşlık haklarını, tüm ırklardan halklar için eşit hakları, herkes için parasız ve eşit eğitim hakkını savundu. Condorcet genellikle Aydınlanma düşünürleri arasında sıralanır. Bu tarihi yalnızca bir kronoloji sorunu olarak gören bir düşüncesizlikten kaynaklanır. Aydınlanmanın yararcı etiği, kuşkuculuğu, despotizmi ile karşıtlık içinde, Condorcet insanlığın belirlenimini, yazgısını Usun ve Özgürlüğün bakış açısından çözümledi. Aydınlanmanın yararcı etiği "İşleyim Devrimi" olarak bilinen süreçte insanlığın acımasız ve amansız bir sömürüsüne ve dünyanın geri kalmış halklarının köleleştirilerek Amerikan plantasyonlarına işgücü olarak taşınmasına moral aklama sağlıyordu. Aydınlanma düşünürlerinin birincil temsilcileri olarak kabul edilen David Hume, John Locke ve Immanuel Kant köleliği aklayan "uslamlamalar" üretirken, Condorcet ise, tam tersine, Usun ışığını izleyerek tüm ırkların eşit olduğunu doğruluyordu.

 
 
 
Büyük İskender ve Pakistan
Büyük İskender İÖ 328'de 4.000 süvarisi ve 50.000 piyadesi ile Hindistan'a ulaştığı zaman, bugün Penjab eyaleti olan topraklarda şimdi Pakistanlıların ataları olarak da görülebilecek bir Hint Kralı olan Purushotthama (Yun. Porus) ile savaştı (İÖ 326). Jhelum (Yun. Hydaspes) nehrinin kıyılarında yer alan savaşı kazanmasına karşın, ordusu Hindistan'ın daha içlerine gitmeyi reddetti. Yorgun ordu savaşta fillerin kullandığını ilk kez burada gördü. Arrian'a göre, İskender yenik düşen Porus'a kendisine nasıl davranılmasını istediğini sorduğu zaman, ondan "Bir Kral gibi" davranılmasını istediği yanıtını alır. Bu sözlerden etkilenen İskender tutsağına topraklarını geri verir ve onu bir vasal yapar. — İskender'in bu bölgede de sayısız İskenderiye kenti kurmuş olmasına karşın Helenik kültürden herhangi bir biçimde etkilenmiş görünmeyen bu kültür İskender'den çok sonra, ancak 10'uncu yüzyıldan başlayarak İslam kültürü tarafından dönüştürüldü ve mitolojik Hinduizm yerini tek Tanrılı Müslümanlığa bıraktı. Bütün bir İndus vadisini kucaklayan Pakistan çoktanrılı Hindu kast kültüründen bu koparılmanın ürünüdür. (Link)

Ülkenin kuzeyinde sık görülen mavi gözlü, sarışın Pakistanlıların Büyük İskender'in generallerinin soyundan geldikleri kesin olarak tanıtlanmış bir olgu olmasa da, Hunza Vadisi (1), Kalaş Vadileri (1, 2, 3), Kafiristan, Yasin Vadisi gibi bölgelerde yaşayanlar kendilerini etnik Makedonyalılar olarak görürler.

 

 

 
  Kültürün Köklerinde Çürümesi
Salt kendini yineleyen alışkanlık kültürü ölür. Düşüncesizlik İstençsizlik, Eylemsizliktir.
 
 
 

Pakistan, Lahor.
Afganistan'a yakınlığından ötürü Pakistan'da eroin ucuz ve kolayca bulunabilen birşeydir. 3,5-4 milyon eroin bağımlısı ile Pakistan dünyada eroin kullananların sayısı açısından İran'ın arkasından ikincidir. Bir zamanların sol kültüründe "geri kalmışlık" Emperyalizme yüklenir ve halk bu suçtan aklanırdı. İşin gerçeği yalnızca kendi moral sorumluluğunu üstlenemeyen bir tinin sonsuza dek köle kalmak, geri kalmak, pis kalmak zorunda olduğudur.
 
 
 

Eylem yabancı İstencin olumsuzlanmasıdır. İstenç ancak İstenç ile bağıntılı ise İstençtir. Ve İstenç ancak başkası tarafından tanınıyorsa İstençtir.

Gelenek bireyi Eylemsiz bırakır, çünkü Eylem özsel olarak Duyunç ve İstençtir, bunlar ise gelenek bilincinin olumsuzladığı, ya da yerlerini üstlendiği şeylerdir. Gelenek bireysel İstencin bittiği, sorgulanmayan usdışı bir İstencin, yabancı bir İstencin başladığı yerdir. Gelenek düşünmez.

Bireysel Eylemin yokluğu törel değişimin yokluğu anlamına gelir ve bir kültürün salt alışkanlık tini içinde değişmeksizin kalması sözcüğün tarihsel anlamında ölümdür. Doğu kültürlerinin ilerlememelerinin nedeni dışsal sömürü, emperyalizm vb. gibi nedenlere olmaktan çok bu etmenlerin zeminleri olarak, onların karşı imgeleri olarak, "sömürülebilme" ve "egemen olunabilme" yetenekleri olarak bu kültürlere özünlü Eylemsizliğe bağlıdır. Özgürlük bireyin birey olabilmesi, Eylemde bulunabilmesi, bir kültürün politik bir varlık olabilmesi demektir.

Özgürlüksüzlük Eylemsizlik ile bir ve aynı şeydir, ve bu düzeye dek, modernleşme sürecine giren geleneksel kültürün saklayacak hiçbir Geleneği yoktur, çünkü özgür olmadığı, bireysel Duyunç ve İstenci tanımadığı düzeye dek Gelenek moral değildir ve böylece saklamayı hak eden bir Değer değildir.
 
 
 

Muttahida Majlis-e-Amal (MMA) destekleyicilerinin ABD karşıtı bir içgüdü gösterileri (2006). Onları tanımayan bir dünyada varolan bu insanlar öz-duygularını ancak Nefrette ve ona bağlı Yokedicilikte bulabilirler. Sorumluluk bilinçleri yoktur çünkü Özgürlük bilinçleri yoktur. Kendi geriliklerinin sorumlusunu başkalarının ilerlemesinde bulurlar. Uygarlık, özgürlük, kentlilik eğitime bağlıdır, ve bu ise bu yarı doğa-durumunda henüz yeterince bulunmayan, aslında yadsınan şeydir. Nefretleri belirli değil ama genelde Nefret olduğu için, kendini herhangi bir nesneye yöneltebilir.

Kölelik bilinci için, yalnızca boyun eğme ve boyun eğdirme kültürünü tanıyan bilinç için Özgürlük saltık düşmandır. Kendini yadsıyan bu istenç tıpkı özdek gibi kendini tek bir özekte toplamayı ve yoğunlaştırmayı ister. Özgür olmak, Kendi olmak, Ben olmak, despot Birin istencinin dışında varolmak onun için sonsuz yitiş anlamına gelir. Özgürlük bu bilinç için yokoluşun terörürüdür.

Despotizm boyun eğmeyi doğal sayan, sinmeyi, ezilmeyi, değersizleştirilmeyi, onursuzlaştırılmayı işlerin normal durumu olarak gören kültürdür. Burada tüm törel ilişkilerde özsel olarak bir Korku etmeni bulunur, ve bu öylesine içselleştirilmiş ve özümsenmiştir ki, giderek Saygı olarak, Kibarlık olarak görülür. Doğal bilinç bu törelliği sorgulamaz çünkü sorgulamak Duyuncu gerektirir. Oysa Korku Duyuncun başkasına teslim edilmesidir. Bu kültürde İnsanlık henüz yitirdiği değerin sonsuzluğunu anlayacak bir ölçütten, Özgürlük ölçütünden yoksundur. Postmodernizm köklere dönüşü ve çok-kültürlülüğü salık verirken bunu kendisi Özgürlük ve İstenç ve Duyunç konusunda aynı bilinçsizliği paylaştığı için yapar. Postmodern kuramın temelinde gerçek anlamda Kötülük değil ama aynı çocuksu despotik saflık, aynı bilgisizlik yatar.

Despotik kültürde buyruk altında olmanın yol açtığı aşağılanmanın utancından kurtulmanın yolu onu Saygıya çevirmektir.

Bu tin için politik eylem bir yoketme uğruna yoketme davranışından öteye, bir İstenç anlatımına geçmez. Bu kör yoketme içgüdüsü her zaman ideolojik 'devrim' denilen şeylerin birincil enerjisidir.
 
 
 

Boşinanç Avrupa'da Reformasyon tarafından yenildi. İnanç kendi ussallığı, doğruluğu ve değeri uğruna değil ama öte-dünyada ödül beklentisi ile, bir tür alışveriş tini ile yapılan tüm hayır işlerinden, bütünüyle görünüş olan dışsal tapınmalardan, hiçbir tanrısal, kutsal yanları olmayan ekmek, şarap vb. gibi, taş, toprak, kemik vb. gibi şeylerden, bütünüyle anlamsız simgecilikten arındırıldı. Hepsinden önemlisi, Tanrı ile birey arasına giren ve insanların duyunçlarını köleleşitiren, onları yaşam boyu erginleşememiş çocuklar oarak bırakan bir rahipler sınıfı ve yalancı kutsallıklar ortadan kaldırıldı, herkes kendi rahibi, kendi imamı oldu. Tanrıya salt Tanrı olduğu için inanıldı.

 
Reformasyonun tersine, Avrupa'da Aydınlanma boşinancı yenmede bütünüyle başarısız oldu. Aydınlanmanın pozitif bilimi usa tam doyum vermeyi başaramazken, yararcı etiği ise duyunç temelinden bütünüyle yoksundu. Boşinanç ancak kendi içinde yenilebilir, dışsal zor yoluyla değil, çünkü inanç özsel olarak bir duyunç sorunudur ve duyunç dokunulamaz olandır.

Aydınlanmanın Boşinanca karşı aydın Despotizmine dayanmaktan başka bir yöntemi yoktur. Bu ise kavramı gereği sonuçsuzdur. Oysa boşinançlının gereksindiği tek şey bilgidir, gerçekliktir. Başörtüsünün, bir kumaş parçasının vb. inançla, insan değeri ile hiçbir ilgisinin olmadığının ona anlatılmasıdır, tıpkı bir ineğin, maymunun kutsal olmaması, insandan daha değerli ve yüksek tanrısal bir varlık olmaması gibi. Boşinanç İnanç değildir. Bir yanıyla bilgisizlik üzerine temellenirken, öte yanıyla ikiyüzyülük tarafından kollanır ve beslenir.

 
 
 

Nefretin esrimesi. Doğa durumunun üzerine yükselememiş bu kültürü uygarlaştırmak, kentlileştirmek Dünyanın güvenliği ve güzelliği için zorunludur. Yalnızca despotizmin dilini bilen bu tin daha büyük güç karşısında her zaman boyun eğer. Gene de Pervez Muşarraf''ın yaptığı gibi despotizmi daha çok despotizm ile bastırmak sorunun çözümü değil, yalnızca geçici bir yatıştırılmasıdır. Sorunun gerçek çözümü bu yarı-insanlığı İstence, Duyunca, Düşünceye doğru eğitmekte yatar. Bu Halka Demokrasiyi öğretebilmek onu İçgüdüden İstence yükseltmeksizin olanaksızdır. Demokrasi İstençtir, İçgüdü değil.

Çok-kültürlülüğün bu postmodern hayvanları da Halka aittirler, ve Demokrasi onların da ussal olduklarını, doğruyu ve eğriyi ayırdedebildiklerini varsayar. Ama nihilist varoluşlarının kendisi bu varsayımın çürütülmesidir. Despotizm usdışı varoluşlarına dışarıdan dayatılan birşey değildir. Bir egemen sınıfın baskısı da değildir. Bütün bir tarihsel köklerinde İstenç, Duyunç, Özgürlük gibi değerleri tanımaya ulaşamamış böyle tinin yetenekli olduğu biricik davranış biçimi şiddet, ve biricik Devlet biçimi Despotizmdir. Eylem özgür bireye, moral bireye aittir ve koşullu tepke değildir.

 
 
 
 

Kültür bir süreçtir, ve süreç olmanın ereksel biçimi Gelişimdir. Kültürün gelişmekte olması çok-kültürlülüğün geçici olduğunu gösterir. Kültürler homo sapiensin kalıtsal, değişmez, ortadan kalkmaz belirlenimleri değildirler. Michel Foucault'nun İran'da mollaların sözde devrimi ile ilgili olarak "köklere dönme" dediği şey köklere değil, ama yalnızca sonlu bir kültürel biçime dönmedir.

Kultür Doğanın yaptığı ile karşıtlık içinde Tinin, insanın yaptığını anlatır. Ekindir.
 

Kültürler insanın gerçek biçimine doğru gelişim sürecinde üstlendiği geçici biçimlerdir. Buna göre Uygarlık tamamlanmış kültürdür, ve Uygarlık kavramı insanın doğa durumundan tamamlanmış kurtuluşunu imler. Uygarlığa insanın gerçek doğası ile çelişen belirlenimler yükleyemeyiz.

 
 
 

Gelenekler törelliğin çimentosudur. Kültürel dizgeyi yüzyıllara, giderek binyıllara yayarlar ve bir kültürün sonsuzluk özlemine doyum verirler. Bu sağlamlıkları içinde değişime, ilerlemeye, gelişime karşı en büyük güvencedirler, çünkü birer alışkanlık olarak sorgulanmazlar, ve birer Gelenek olmaları sorgulanmamalarına bağlıdır. Tinin tarihsel akışkanlığını engeller, Tarihin kendisini dondururlar.

 
 

Modernleşme yenileşme, yeniden yenileşme, ve yeniden yeniden yenileşmedir, çünkü yeni olan yeni olur olmaz eskir, çünkü yeterince yeni, saltık olarak yeni, eş deyişle klasik değildir ve bu yüzden sonludur, Tinin sonsuzluk özlemlerine yanıt vermez. Bu modernliğin ereksiz, giderek anlamsız ilericiliğidir ve bu değişim uğruna değişim bir Gelişme değildir ve yalnızca ereksiz, idealsiz bir Türlülük görünüşünü taşır. Ama modern olanın bu kavramı Modernleşme sürecini özsel olarak Gelenek ile karşıtlık içinde belirleyen şeydir ve gerçek ve evrensel yeniliğin bilinçsiz sürecidir.

 
 
 

Muttahida Majlis-e-Amal (MMA) destekleyicilerinin Pervez Musharraf'ın Pakistan pasaportlarından dini belirten bölümü çıkarma kararına karşı gösterileri. Altı partinin oluşturduğu köktenci bir İslamik koalisyon olan MMA Cumhurbaşkanı Pervez Musharraf'ın devrilmesini ve bir Şeriat Devletinin kurulmasını istiyor.

Gene de bu bilincin ne istediğini bildiği söylenemez. Din adına eylemde bulunduğunu sanır. Oysa bu Nefret bağnazları hiçbir biçimde Dine de yetenekli değildirler. Çünkü Tanrı Sevgidir.

 
 
     
 
Halk ve Tiranlık. Demokrasi halkın yönetimidir, ve demokratik partiler halkın istenci olmak zorundadırlar. Ama halkın istenci türdeş değildir ve giderek birbiri ile geçimsiz istekleri ve eğilimleri istencini sayısız parçaya bölebilir. Ayrıca bu eğilimler her zaman anayasal da değildirler. Gene de politikacı için halkın oyu kişisel erdeminden daha önemli olabilir. Halkın istenci anayasanın dışına ise politikacı çaresizdir ve bu durumda hiçbir zaman mutlu son yoktur. Halkın istenci genel istenç ile, ussal istenç ile bir olmadıkça Demokrasi ayaktakımının Devleti olmak zorundaymış gibi görünür. Ama ayaktakımı hiçbir zaman Devlet olamaz. Tiranlar bu işi onun adına yaparlar.  
 
 
 
_

Gelenek ve Şiddet
Babası kızının bir insan olduğunun bilincinde olmayan bir yarı-insandır. Onun için karar verir ve büyüdüğünde kızını Pakistan'a götürüp evlendirir. Ve ağlar, çünkü İngiltere'deki yaşamı boyunca kızını nasıl bir sefillik içine attığının belli belirsiz sezecek kadar büyümüştür. İngiltere'de her yıl yaklaşık olarak 3.000 zoraki evlilik yer almaktadır. Birbirini seven iki insanın isteyerek birlikte yaşamaya karar vermeleri yerine, geleneksel almaşık bu birleşmeyi Gözdağı ve sık sık doğrudan Şiddet yoluyla yaşama geçirir. Bu despotik kocalar karılarına yalnızca buyruk verirler ve buyrukları boyun eğerek yerine getirilir. Bu Kültürdür.

Kültürel Çoğulculuğun vatanı kabul edilen İngiltere'de 1,6 milyon Müslüman yaşar. Devlet dinsel soruların dışında tutulur ve karısını dövme gibi arkaik geleneklerin sürdürülmesine bile kültürel kimliğin anlatımı olarak izin verilir.

Yazgısına karar verildiği zaman bir yaşındaydı.  

 

 
 

 

 



Previous

Aziz Yardımlı 2007 Doğu ve Despotizm / Pakistan: İstençsiz Demokrasi? İdea Yayınevi

Previous